Yazıdan aylar önce
New York
Hava buz gibi… Sanki kar yağacak gibi ama nemden yağamıyor. Aklım Türkiye ile yaptığım yazışmada. Aradaki zaman farkı iyi bir şey diyorum. Nefes alabiliyorsun hayatı rahat yaşamak adına. İstanbul’u düşünüyorum…
“Yarım kalan bir hesabı kapatmak için erken dönmelisin. 10 gün sonra ordasın zaten ama işlerini erken bitirirsen çabuk dönebilirsin” diyorum iç sesimle…
Bir yandan aklım şehrin alakasız bir yerinde olacak Latin gecesinde. Gece elbisemin üzerine giydiğim etolüme sıkı sıkı sarılıyorum üşümemek için. İskelede buluşmak için keşke söz vermeseydim! Taksi bulmak çok zor… Yolda yürürken ağzımdan çıkan her nefes verişlerim sis eşliğinde çekilen şarkı klipleri gibi. Şehir benimle şarkı söylüyor sanki. Iyeoka – Simply Falling…
Taksideyim… Şehrin ışıkları birer avize gibi… Her zamanki gibi herkes benden önce gelmiş. Bin bir özürler diliyorum. Feribota biniyoruz. Gecenin dedikodusu yapılırken tahminler havada uçuşuyor. Şehrin bu yakasının ilginç bir şekilde geliştiğini düşünüyor herkes… Mekâna yürüyoruz. Kapıda davetiyemizi veriyoruz. Daha doğrusu kalça şeklindeki anahtarlığımızı!
Ve kapılar açılıyor…
Müthiş bir Latin gecesi…. Hayatımda hiç bu kadar iyi vücudu bir arada görmemiştim. Bronz bedenler sahnede dans ederken ışık vurdukça garip bir şekilde parlıyordu. Titanlar yeryüzüne inmiş Artemis’i, Afrodit’i ve tüm tanrıçaları kutsuyordu sanki… Gerçi gözlüğümü takınca parlayan şeylerin sim olduğunu anlamış bulundum. Ey psikoloji nelere kadirsin 🙂 Nevrotik olduğumu kabul ediyorum artık. Ağzım açık izlerken Sam’in beni dürtmesi ile içeceğimi aldım. Gözümü kırpmadan izliyorken ağzım pipeti zor buldu. Mekânı incelemeye başlarken gözüme 4 erkek çarptı. Bir tanesinin şehrin en hızlı çapkınlarından olduğu fısıldandı kulağıma ve taze dedikodusu yapılmaya başlandı. Olayı dinlerken bir gün bu satırlara konu olacağını düşünemezdim tabii. Saniye saniye detay sormaya başladım. Detay aldıkça yine nevrotik dünyamda canlanıyordu her şey. Siz nereden biliyorsunuz diye sordum? O gruptan bir tanesi başka birine anlatıyor ondan ona derken yayılıyor tabii. Demek ki neymiş; 2 kişinin bildiği sır değilmiş!
Yine böyle bir Show gecesi…
Kokteylden gelmişti arkadaşlarının yanına. Krem rengi smokinin ceketini vestiyere verdi. Gömleğinin yakasını açtı ve papyonunu çözdü. Küçük dik yakalarından sexy bir biçimde yanlara düşmesini sağladı. Başarılı bir ceza avukatıydı. 36 yaşındaydı, bekârdı, her gün spor yaptığı için atletikti, sadece kadınlara ilgi duyuyordu, gay’ lerin ilgisini fena bir şekilde çektiğini biliyordu, zengindi, lüx arabaları seviyordu, çapkındı ve en kötüsü de modelci dediğimiz erkek grubundandı. Mekânın merdivenlerini çıkarken çaktırmadan aynada kendisine baktı ve alnı kırıştı. Yaşlanıyor muyum diye düşünürken hınzırca gülümsedi. Onlar her yattığın kadının izleri oğlum dedi… Özgüveni yüksek bir şekilde mekâna girdi ve arkadaşlarını buldu. Locaya kurulmuş kahkaha atarak sohbet ediyorlardı. Müzik yüksek volume olsa da loca kısımlarında birbirini duyabiliyordun. Onlara katıldı. Aradan 2 saat geçmiş 5. Duble bol buzlu whisky’sini yudumluyordu. Tam o anda kapılar açılmış içeri 4 kadın girmişti. Gözü takıldı. Hayatında gördüğü en nefis şeydi. Siyah bir elbise vardı üstünde, siyah topuklu ayakkabı, kırmızı bir ruj, dolgun dudaklar, uzun bir boy, yuvarlak kalçalar, beyaz bir ten… O an zaman durdu her şey yavaş çekime döndü sanki. O yürüdükçe saçları da yavaş yavaş uçuşuyordu. Elbisenin spagetti askısı vardı. Arada düşmemesi için zarifçe düzeltiyordu. Attığı her adımda içkisinden bir yudum alıyordu ceza avukatı. Mekânda çalan şarkı eskilerdendi ama cover ile anın büyüsüne renk katmıştı. Kool and the Gang – She’s fresh (cool mix).
Kadın da mekâna göz gezdirirken onu gördü. Bir süre bakıştılar. Gülümsedi ve o anda adam da ona gülümsedi. Yürümeye başladı arkadaşları ile ve tam onların olduğu locanın karşısındaki yere geçtiler. Ortamın enerjisi o kadar yüksekti ki elini havaya kaldırsa çarpılırım diye düşündü. Dans etmeliydi bu gece… Kaslarımı açma vakti geldi diye düşündü. Başka bir partyden gelmişlerdi. 4 duble 2 shot yapmıştı. 1 duble daha sipariş verdi. İçkisini yudumlarken karşı locaya baktı tekrar. Yine göz göze geldiler. Yakışıklı diye düşündü. Ona bakarak fondip yaptı
İstiyordu… Çıktı sahneye. Milk & Sugar feat. Maria Marquez – Canto Del Pilon çalıyordu. Başı dönüyordu ama kim takar dedi. Bıraktı kendini ritme… Saçlarını attı. Kalçalarını kıvırmaya başladı. Sağ ayağıyla attırarak ölümcül dönüşler yapıyordu. Tam döndüğü sırada burun buruna geldiler. Adam elini beline koydu ve sertçe kendine çekti. Nefesini hissetti. Sıcaktı… Hızlı hareket etmeye başladılar. Dansçı mı acaba? Çok iyi dans ediyor diye düşündü. Onlar döndükçe müzik de hızlanıyordu sanki. Kadın belinden akan terin kalçasına doğru indiğini hissetti. Nefes alışları aynıydı. Sahnenin ışığı üzerine vurdukça siyah elbisesi transparan oluyordu. Adam sertçe tekrar itti kadını… Tekrar kendine çektiğinde boynundaki bez parçası olmuş papyon yoktu artık. Dudaklarına hafiften öpücük kondurdu tekrar kadını döndürmeden önce… Kadın önde adam arkada ritme göre ileri ve geri hareket etmeye başladılar. Adamın elleri kadının göğüs kafesinin yanlarından bel kıvrımına ve kalçalarına doğru ölümcül hareketler yapıyordu. Mekân yavaş yavaş onları izlemeye başlamıştı. Müzikle bütün olmuşlardı. Ve birbirine bu kadar yakışan bir çifti izlerken gözleri zevkten parlıyordu herkesin… Adam hayatında hiç âşık olmamıştı. Kadın kimdi neydi bilmiyordu? Düşünmekte istemiyordu. Ama her bir hücresi ruh ikizinin o olduğunu söylüyordu. Nefesini vererek zehir dolu bir sesle sorar; Gidelim buradan… Kadın ölmeden önce son isteğine cevap verir gibi; Tamam…
Koşar adımlarla mekândan çıktılar. İlk taksiye bindikleri gibi kendilerini bir otelde buldular. Adam, tek gecelik ilişkileri ile meşhurdu. Ama hayatında hiç bu kadar heyecanlanmamıştı. Ten uyumu denen şey ne kadar doğru diye düşündü. Oda anahtarını alırken kadın asansöre binmiş çıkıyordu bile. O da diğer asansöre bindi. Kata geldiğinde kapıda onu bekliyordu. Kapıyı açtığı gibi kadının ellerini duvara yapıştırdı. Tek bacağını beline çekti. Hala müziği kulağında hissediyordu adam. İsmini bile bilmiyordu ama bu kadar güzel kokan şey mutlaka çiçek ismi olmalıydı. Dudaklarında boğulmak istiyordu. Boynundan öperken elbisesinin askısını indirdi ve ağır çekimde ellerinin arasından kaydı sanki. Kadın da onun gömleğini çözmekle uğraşıyordu. Kaslı vücudunda ellerini gezdirdikçe adamın aşırı sıcak olduğunu fark etti. Geri geri yürümeye başladı. Büyük geniş yatağa tüy gibi düştüler… Kadının kulağında hala müzik çalıyordu sanki. O da benim gibi mi acaba diye düşünmeden edemedi?
7 saat sonra…
12:00
Adam gözünü açmaya çalışırken bir yandan yastığın altından kafasını çıkardı. Duştan gelecek su sesini duyacağından emin bir şekilde kulaklarını dinlemeye aldı. İlginç… Su sesi yok. Kahvaltı zamanı dedi. Ama hiç aç değilim diye düşündü. Çok mutlu olduğunu hissediyordu garip bir şekilde. Kalktı çarşafı beline doladı. Aynada adonis kaslarına bir selam verdi. Duşta kimse yoktu. Televizyonun olduğu odada da kimse yoktu. Ve o sırada büyük aynadaki kırmızı rujla yazılmış yazıyı fark etti. “Teşekkürler…” Olduğu yerde yığıldı kaldı. “-Ben?” dedi. Başladı kahkahalarla gülmeye. Evet, o âşık olacağı kadındı… Hislerinde yanılmamıştı. Ve bu zamana kadar bütün tek gecelik ilişkilerine sağlam bir küfür salladı
Yazıdan 4 gün önce
Yer: Maslak Sheraton Roof
Alakasız bir yerdeyim. Baktım telefon çaldı. Memo, en şirin fotoğrafı ile bana bakıyordu. Komik bir ses tonlaması ile “- Aloooouvv?” dedim. “- Alo, Bird’üm napıyosun? Bak ne dicem. Bu akşam özel bir party var. Godfather temalı. Gelir misin?”. Seninle her yere giderim Pikachu diye düşünürken. “Tamam. Kaçta. Nerde buluşuyoruz?”. Memo ile ortak bir tanıdığımız sayesinde tanıştım. Tanıştıran kişiyle aramız çoğu zaman sorunlu olmuştur. Bazı insanlar böyledir. Kendileri ne kadar zararlı olsa da fark etmeden iyilik yaparlar. Ama bana verdiği en büyük hediye kel, gözlüklü, şişman, komik t-shirtleri olan, insülinli, çantasında orkid bile taşıyan bir şey oldu 😉 Hayatımda gördüğüm en optimist, sabırlı, şeker, komik, analitik zekaya sahip insan. Bazen sıktıysam onu buradan özür dilerim. Önce karşılıklı arabayı ne yapsak didişmelerimizden sonra metro ile yolculuk yapmaya karar verdik. İstiklal’ de ayaküstü MC’de vaktimizi harcamayalım diye yemek yedik. Ben o zamansızlık içerisinde yine mağaza bakabilme gücünü kendimde buldum. Memo’ nun sinirden şekeri çıkacaktı nerdeyse. Metrodan Maslak’a çıktık ordan da Sheraton’a . Her yerde yılbaşı ağaçları var. Her zaman sevmişimdir. Işıl ışıl… Ve Roof’dayız…
Hafta içi iş sonrası bir party için normal şiddetli bir ortam. Gecenin ilerleyen saatlerinde kostümlü, show’lu ve bol Frank Sinatra‘lı bir geceydi. Her zamanki gibi bende ortamı incelemeye başladım. Bir sürü kadın-erkek düşünün ve benim topladığım donelerle inanın bir yazı daha çıkar. Dikkatimi çekenlerin başında kameraman vardı. Amca bildiğin bizim dönerci Apo Dayı. Bıyıklı, göbekli ve kamerayı tesadüfen eline tutuşturmuşlar gibiydi. Başladım kahkaha atmaya. Arada gidip telefonla konuşuyordu. Kesin hanıma sen turşu ile kuru fasulyeyi koy ben 1 saate geliyorum diyordu. Sonra gözüme bir abla çarptı. Ondaki özgüvende en iyi lastikçide yoktur herhalde. O vücut o elbiseye nasıl girmişse bütün aero dinamik kanunları ezmiş geçmiş sanki. Yürürken aşure tenceresi yürüyor zannettim. Bunları düşünürken bir yandan da minik showları izliyordum. O sırada gözümün önüne New York’daki Latin gecesi geldi. Oradaki adam bir süre kadını aramış ama bulamamış. Hala arıyor mu bilemiyorum. Sam gelince nasıl olsa söyler bana. Kendi kendime şu soruyu sorar buldum. Bu gecenin sonunda “Kırmızı Gece” nasıl bitecek? İş yerinde bilgisayarın başında çalışırken gecenin görüntüleri tekrar gözünüzün önüne geliyorsa “Kırmızı Gece” midir hala? Yoksa herkesin övünerek anlattığı tek gecelik ilişki denen bu maceralar bir şehir efsanesinden mi ibaret? Bu soruların cevapları elbet olaylarla değişebilir ama emin olduğum tek bir şey var. Erkek bu tek gecelik maceralarda avlandığını düşünür. Hâlbuki kadın bilerek av olmak istemiş olamaz mı sizce? Ne dersiniz…
En kısa zamanda görüşmek üzere,
Sevgilerimle…