Yazarların bazı dönemlerde kaleminin derin bir depresyona girdiğini belki duymuşsunuzdur. Bende öyle bir dönemlerden geçtim, belki de hala geçiyorum. Klavyenin başına beni oturtan yalnız şu an iki sebep var. Biri 20 Mart 2019 akşamı babamın ölümünün acısını yeni kabullenmem, diğeri Sagopa Kajmer’in dinden çıkması ve bunu en dibine kadar “Avutsun Bahaneler” parçasına yansıtması. Benim de dinlerken kezzap gibi gözyaşı dökmem…

Hepiniz Hüso’yu bitmeyen maceralarıyla tanıdınız ve okudunuz.

Ben babasını geç yaşayıp, erken kaybeden bir çocuğum. Çünkü onun tekne kazıntısıyım, bu yüzden son yedi yılımız mükemmeldi ve ben doyamadığım için isyanım büyük oldu

6 Mart’da hastaneye yatmamızla başlayan bir kurtuluş savaşı… Uzun cümleler yerine olayları maddeleştirmek daha uygun sanki…

Uykusuz geceler, koşturduğumuz kan tüpleri, benim her gün bir kilo vermem, mart ayının dengesiz soğuk havasında bankların evimiz gibi olması, anneme devamlı yalan söylemelerimiz, bitmeyen siren sesleri, yoğun bakımın önünde nöbetleşe dakikaların geçmemesi, paranın bir boka yaramadığı gerçeği, ilk kalp krizinde eldivenleri geçirip işleme dahil olmam, ağzında dönen dişleri elimle çıkarmam, kriz sırasında kollarımda yaşatmaya çalışmam, tansiyonumun devamlı 8’lere düşmesi,

Beni kötü gördüğünde elleriyle işaret ederek

“-Neyin var” diye sorduğunda

“-Karnım acıktığı için tansiyonum düştü ama iyiyim” derken tebessüm etmeye çalışıyordum

Tam yırttı derken, son girdiği diyaliz az çalışan kalbini yordu… 20 Mart sabahı rengini ve halini beğenmemiştim. Yoğun bakıma alınması için doktorlarla tekrar istişare ettik. Ama biliyordum… Son kez vedalaşıyorduk, hissediyordum. Ben ellerini öperken, sabit noktaya bakarken kendi kendine konuşuyordu. Babamın kulağına “Yanındayız” dediğimde kafasını yavaşça sallaması. Öperek, koklayarak uğurlamam ve “Her şey için çok teşekkür ederim” demesi… Yoğun bakıma kaçak girmem, güvenliğin yaka paça çıkarması…

19:30 sularında telefon çaldığında ‘başımız sağ olsun’ cümlesini duymamla zamanın durması ve içimden bir şeylerin etlerime batarak acıması…
Bunu anlatabilmek için elimden gelen tek şeyin avazım çıktığı kadar bağırmak olması…

Diğer takip eden günleri sizlere uzun uzun anlatmayacağım çünkü az çok tahmin edeceğiniz prosedürler

Koskoca üç yıl geçti. Ben ise ancak kelimelere dökebiliyorum. Çok özlüyorum…Bu boşluğu tarif edecek kelime tamlamaları illa ki vardır ama bunu kişinin kendisi anlatamaz, anlatamıyor da…

Daha gidecek çok yolumuz, konuşacağımız çok şey vardı…

Şimdi hayat devam ediyor ama nasıl? Kısaca özet geçeyim…

Babam gideli 10 gün olmuştu. Bir gün kapım çaldı. Kapıyı açtığımda karşımda alt komşum vardı. Bana başsağlığı diliyordu. Söylediği bir cümle yukardan gelen bir mesaj gibiydi sanki…

“-O hala seninle beraber yaşıyor merak etme… Sen onunla vücut buldun sonuçta”

Şimdi ne zaman özlem dayanılmaz olursa hemen ellerime bakıyorum… çünkü aynı o…

Sevgilerimle

Editörün notu:
Yazara gösterdiğiniz sabır için çok teşekkür ederiz.